Tarihteki Trajik İntiharlar

Sanat ve sinema tarihi, yaşamına intiharla son veren ünlülerle dolu. Şair Slyvia Plath'ın hayatını anlatan filmle gündeme gelen intiharı seçenler arasında kimler yok ki? 36 yaşında aşırı dozda ilaç alıp sonsuz uykuya yatan Marilyn Monroe'dan Fransız yıldız Jean Seber'e kadar yüzlercesi...

Sanat ve sinema tarihinin sırlar bırakan intiharları

Kleopatra'dan Slyvia Plath'a, Mayakovski'den Marilyn Monroe'ya kadar yaşamına intiharla son verenlerin bu akibeti neden tercih ettiğini kimse bilemez.

İntihar etmek ölüm denen korkunç ve bilinmeyen boşluğa gönül rızasıyla isteyerek dalmak hayat denilen Tanrı'nın o muhteşem armağanını görülmemiş bir hovardalıkla, bir anlık bir karar ya da iyice düşünülmüş bilinçli bir eylem sonucu savuruvermek... Şair Slyvia Plath'ın hayatını anlatan aynı adlı güzel film nedeniyle yeniden gündeme geldi, intihar denen olay...

Ve ben de sanat, özellikle sinema tarihinin intiharla bitmiş acı kaderlerini şöyle bir anmayı düşündüm. İntihar denen olay tarihte de var oldu. Her dönemde ve her kültürde... Özellikle tarihe çok radikal biçimde müdahale edip insanlığın yolunu değiştirmeyi a
rzulamış ve bunu başaramamış kimi ünlü isim, sonunda intiharı seçti. Mısır kraliçesi Kleopatra, Sezar ve Marcus Antonius'u kullanarak Roma'ya da hakim olma tasarıları boşa çıkınca intiharı seçti hem de bir yılana kendini sokturarak! Roma İmparatoru Neron'un çılgınlığının kaçınılmaz sonuydu bu... Ya da yüzyıllar sonra dünyayı kana bulayan Adolf Hitler'in bir Berlin sığınağında kendisi ve sevgilisi Eva Braun için öngördüğü kaçınılmaz akibet...

Edebiyatta ise Shakespeare için, Julyet'in öldüğünü sanan Romeo'ya layık başka bir son düşünülemezdi bile... Fransız ozanı Gerard de Nerval'in melankolik karakteri de sanki başka bir sona ulaşamazdı. 20. yüzyılda da kimi yazarlar aynı yolu seçti: Rus şairi Mayakovski, Fransız sanatçıları Antonin Artaud, Paul Celan veya Henry de Montherlant, İngiliz kadın yazarları Virginia Woolf ve Sylvia Plath, İtalyan yazarı Cesare Pavese... Amerika
lı Ernest Hemingway'le Japon Yukio Mishima da aynı sonu seçtiler. Hem de en sert ve 'erkekçe' ölümlerle: Hemingway kendini av tüfeğiyle vururken, Mishima da tipik Japon geleneğince hara-kiri yapmayı seçti. Sonu intihar değilse de acı bir trafik kazasıyla ve de çok erken yaşta gelen Fransız yazarı Albert Camus zaten "Felsefenin eğilmesi gereken tek önemli konu intihardır" dememiş miydi?

FIRTINALI HAYATLARIN SONU
20. yüzyılın en popüler alanlarındaki kimi intiharlar da gerçekten şaşırtıcı oldu. Genelde hep mutlu ve neşeli oldukları sanılan sinema ya da pop-müzik starlarının intiharları akıl alır şey miydi? O fırtınalı hayat içinde üst üste gelen kimi düş kırıklıkları, kimi bunalımlar, tatminsizlikler, zaten sanatçı olmak için adeta gerekli olan o hassas ve usturanın ağzı üzerindeki ruhları, kimi zaman erken bir ölüme sürükledi. Örne
ğin 1930'ların ünlü aktrisi Lupe Velez bir aşk macerasının hüznüyle kendisini öldürdüğünde, sadece 36 yaşındaydı. Egzotik filmlerin kraliçesi güzeller güzeli Maria Montez banyosuna girdi ve bir daha çıkamadı. Yıl 1951'di ve o 32 yaşındaydı. Sinema tarihinin belki en görkemli intiharı, Marilyn Monroe'nunkidir. Aslında tam aydınlanmamış ve hala tartışılan bir ölümdür bu... Ama Marilyn'in, Hollywood'un yarattığı ve yine onun yok ettiği bu süper-starın, çok karmaşık nedenlerle, hayatının o döneminde gerçekten ölümü düşündüğü ve istediği artık biliniyor.Yarı bilinçle de olsa alınan o ilaçlar, ölüme çıkarılmış bir davetiyeydi. O zayıf anında ölüm ona belki beyaz kanatlı bir meleğin temsil ettiği tek kurtuluş olarak görünmüştü. Öyle olmalı. O da 1962 yılında öldü: 36 yaşında...

Belki en trajik intiharlardan biri Pier Angeli'ninkiydi. 1950 yılıyla birlikte birden hayatımıza giren bu son derece temiz ve saf yüzlü güzel İtalyan kızı, kısa zamanda Hollywood'a gitmiş ve orada "Teresa", "Üç Aşkın Hikayesi", "Sombrero", "Yukarda Biri" gibi filmlerle ün yapmıştı. Sanatçı, sinema başkentinde gencecik bir adamla, James Dean'le tanıştı ve birbirlerine aşık oldular. Ama 'mamma' Angeli, bu serseri
kılıklı genci onaylamadı ve sevgili kızını yine kendi ırkından gelen, İtalyan kökenli, halim-selim bir şarkıcı-oyuncuyla, Vic Damone'yle evlendirdi. James Dean kısa zaman sonra aşırı hızdan ölüp gitti ve bir efsane oldu. Angeli ise mesleğini gitgide kötüleşen filmlerle sürdürdü. Belki de annesi yüzünden kaçırdığı mutluluğun hayali hiç peşini bırakmamıştı. Sanırım asla mutlu olamadı ve 1971 yılında intihar etti. 39 yaşındaydı. Başkaları da var tabii...

Eşi romancı Romain Gary'nin intiharından kısa süre sonra Amerikan kökenli Fransız yıldızı Jean Seberg de arabasının içinde hayatına son verdi. 40 yaşındaydı. Deneyimli İngiliz oyuncusu, "Perde Açılıyor"la Oscar kazanmış George Sanders 1972 yılında intihar etti. 1980'lerde Romy Schneider, Natalie Wood gibi kimi ünlü yıldızın ölümleri esrar perdesine bürünmüştü ve kimileri intihar olasılığını dile getirdiler. Fransa'nın parlak oyuncusu, bir dönemde Gerard Depardieu'ye rakip gösterilen Patrick Dewaere ise 1982'de intihar ettiğinde 36 yaşındaydı. Bu 36. yaşa aman dikkat!.. Fransız chanson'unun parlak ismi Mike Brant, kendisini bir binanın 6. katından atarak ölümü seçtiğinde 32 yaşındaydı. Ünlü şarkıcı Dalida ise daha 31 yaşında deneyip başaramadığı intiharı 1990'larda gerçekleştirdi. 50 yaşında bile yoktu. Sylvia Plath intihar ettiğinde 30'unu yeni aşmıştı. Daha fazla beklemeye tahammülü olmamıştı, genç Amerikan şairinin... Bizde pek olmayan intihar geleneğini -iyi ki yok, bu da eksiğimiz olsun!- son dönemde akla getiren tek sanatçımız, yine bir kadın şair, Nilgün Marmara olmuş ve onun da Plath'ın sanatıyla içli-dışlı olduğu söylenmişti. Gerçeğin nerede olduğunu kim bilebilir? Sözünü ettiğim tüm bu ayrıksı ve hüzünlü yaşam öykülerinde olduğu gibi, bir ölümün gerçek yüzünü ölenin dışında kim bilebilir?

Bizde intihar geleneği fazla yok. Genç yaşlarda ölümü seçen şair Nilgün Marmara ise son dönemde akla gelen isimlerden biri. Marmara'nın da Sylvia Plath'in şiirlerinin etkisinde kaldığı söylenmişti

sabah.com

Yorumlar

freedy dedi ki…
Hemen hemen tüm toplumlar yakın zamana dek intihar olayına değişik bir açıdan bakmışlar, onu incelemek ve anlamak istememişlerdir. Pek çok milletin kanunlarında ve dinlerinde intihar edenlere karşı cezalar düzenlendiği hemen hepsinin de bu olayı yasakladığı bilinmektedir.

20. yüzyılda Freud'la başlayan psikanalitik görüş ilk defa intihara bilimsel yönden yaklaşmaya gayret etmiş, " Self Hostilitiy - Self Destruction " görüşleri tutmamıştır.

Son yıllarda psikiyatride büyük gelişme gösteren bir kol olan, Sosyal Psikiyatri konuyu daha anlamlı ele almış ve sosyokültürel faktörlerin büyük önemini ortaya koymayı başarmıştır.

Freud'un "death-instinct" ve "meninger" in öldürme arzuları ile sarılmış olma gibi pek yeterli olmayan açıklamalarından sonra, Schnidman ve Fareberown, psikososyal bir görüşle intiharın nedenini incelenmesi ve saptayabildikleri sebepleri görüyoruz.

İntiharı daha iyi bir şarta geçiş ve onur kazandırıcı bir açıdan görenler, Japonların Harakiri'si, bazı din ve mezheplerde görülen üstün derecelere ulaşma isteği, bitik, yaşlı, hastalıklı veya şiddetli ağrısı olanların bir kurtuluş olarak intiharı seçmesi.

Psikozda şiddetli sıkıntı halüsinasyon (Hayal görme) ve illüzyona (Olmayan sesi işitme, yanılsama) bağlı olabilir.
Ölümleri sonucu yasa ve üzüntüye düşürecekleri kimselerin sevgisini kazanıp bu insanları sürekli bir üzüntü ve pişmanlık içinde bırakmak düşüncesi ile.

Yalnızlık, arkadaşsız kalma, birlikte yaşama mecburiyeti, mal ve para kaybı, sevilenlerden ayrılık ve uzaklık veya onları kaybetme, Homoseksüellik, umutsuzluk, idama mahkum olma, kumarda herşeyini kaybetme, iflas, yabancı bir çevreye uyum sağlayamama.

Son yıllarda alkol ve uyuşturucu maddeler ve sinir sistemi uyarıcılarının çok yüksek sayıda kullanılması ile intihar olayları büyük ölçüde artmıştır.

Amerika ve Avrupa'da yakın zaman içerisinde ölümcül hastalığı olan, yoğun biçimde acı çeken insanlara kendini öldürme hakkı (Ötanazi) verilip verilmemesiyle ilgili tartışmalar başlamıştır.


TANIMI


Ölümle sonuçlanan, kendini yok etme eylemi " intihar" olarak tanımlanır. Eylem ölümle sonuçlanmamışsa " intihar girişimi" adını alır.

İntiharla ruhsal hastalıklar arasında önemli oranda bir ilişki vardır. İntihar eden kişilerin %85'inde ruhsal bir hastalık saptanmıştır. Depresyonda olanlardan % 40, psikolojik hasta olanlarda % 2, alkol kullananlarda % 20 oranında olduğu saptanmıştır.

İntihar ve depresyon arasında yüksek bir ilişki vardır. Depresyondaki temel çatışmalardan ve üzüntü, bitkinlik, isteksizlik, boşluk gibi duyguların bozuklukları, intihar öncesi kişilerde görülmeye başlar. Korku, kaygı, öfke, kızgınlık gibi duygulara suçluluk duygusu veya cezalandırma isteği de yerleşebilir. Depresyonda kişinin çevresinden ayrılarak yabancılaşmamasına karşı, intihar olaylarında hastada çevreye ve kendine ilgisizlik, geriye çekilme, kendini yetersiz ve değersiz hissetme duyguları şiddetlenir. Yardım istemez çünkü yardım almayı haketmediğini düşünür.
Kişi kendini intihara götüren tüm bu duygulara ve düşüncelere karşı olumlu, çözüm getirici, acısını dindirebilecek ve yaşamını değiştirebilecek çözümler tasarlayamaz. Kendinde olumsuz yaşam koşullarını ya da ilişkilerini değiştirecek gücü bulamaz. Çaresiz hisseder. Ölümü çözüm getirecek, huzur ve dinginlik sağlayacak bir çıkış yolu olarak algılar.

Dr.Tülay ARSU