Acemi anne'den doğum notları

"Türk bebeği sürekli üşür, hep açtır ve her an hasta olmak üzeredir..."

Türk usulü ebeveynlik ne demek, en iyi hard core Türk usulü büyütülen acemi anne bilir. En iyi Türk anası, çocuğunu en sıkı giydirendir. Bu nedenle olsa gerek, hamile kaldığınızın duyulduğu gün eve yün hırka ve yelek yağar. Üstelik çocuğun, diyelim Ağustos'ta doğacak olması da durumu değiştirmez. Çünkü Türk kara sahası ''eser''.
Coğrafi olarak Batı ile Doğu arasında sıkışıp kaldığımızdan mıdır nedir, tüm ülkede koca bir türbülans vardır ve bu türbülans, küçük bebekleri hasta etmek için fırsat kollar. Zaten esmese de ''sabahları serin olur''. En iyisi üç beş yün yelek bir kenarda dursundur.
Türk olmanın şahane tarafları da yok değildir. Çocuğunuz; teyze, hala, amca, nene ortamında sevgiyle büyüyecektir. Üstelik bu durum için çok beklemesi gerekmez. Doğduğu gün, hastane odası fazlasıyla aile, eş dost sevgisiyle dolup taşacaktır. Doğumun akabinde maaile dökülen göz yaşlarının ardından, zavallı bebeciğin ilk hapşırıkları başlar. Bu ilk hapşırıklar karşısında; teyzeler, babaanneler ''eyvahhhh!!!'' diyerek, yerlerinden sıçrarlar.
Bebek düşmanı türbülans canavarı, dişlerini göstermeye başlamıştır. Yün/polar silahlar zuladan çıkar. İzin verseniz çocuk kurdeşen dökünceye kadar giydirilecek, anne karnı bile içinde bulunduğu durum karşısında havadar kalacaktır. Odadaki tüm dişilerin Türk anası damarları kabarmıştır. Bu damarla, kolektif olduğunda baş edilmesi daha da zordur. Bir hayli donanım ve uzman desteği gerekir. Doktorunuzun; ''bebekler, ağız burunlarını temizlemek için çok sık hapşırır'' ifadelerini karşı atak olarak kullanıp, çocuğa bu ilk kurdeşen döktürme girişiminin önüne geçersiniz.
Türk anaları, uzman görüşü karşısında çaresiz geri çekilse de huzursuzdur. Üstelik bir süre sonra anlaşılır ki, bu giydirme ve tekrar giydirme histerisinden korumanız gereken sadece küçük Lado değildir. Odaya giren kendi anneniz, ki Türk analarının en hasıdır, sizi üst kısmınız tamamen çıplak bebek emzirirken bulur ve basar feryadı. Maksat henüz doğmuş bebekle ten temasıdır, ama Türk anası ten de, temas da dinlemez. Ne de olsa siz de hiç büyümeyen bir Türk çocuğusunuzdur ve bir şey teninizle temas edecekse, muhteviyatı yün olmalıdır.
İlerleyen saatlerde; ''ayyy ayy ayy!'', ''eyvah eyvah!'', ''aman aman!'' ünlemlerini sıkça duyacaksınızdır. Zira Türk bebeği, sadece üşümez, mütemadiyen büyük tehlikelerle karşı karşıyadır. Biri kucağına alsa, ''ayy ayyy başını tut!'' diye feryat edilmelidir. Zira doğum sırasında basıncın allahını yiyen o baş, maazallah birinin kucağında biraz zayıfça desteklense, kopup gidecektir. Hele bir de çocuk doğum sırasında yuttuğu amniyo sıvısını falan kusmaya görsün. O zaman seyreyle Türk anasını. Odada birinin kalp krizi geçirmekte olması, inanın daha soğukkanlı karşılanır. Kusma sırasında biraz öksürme tıksırma da olursa, odadaki dişilerin, şüphesiz ölümlerden dönen bebeciği kurtarmak aşkına, ''hemşirreeeee!!'' diye koridorlara fırlaması kaçınılmazdır.
Gavur ellerinde sokakta parkta bir çocuk ağlıyorsa, ana babasına gidip ''Selamünaleyküm Samsun'un içinden misiniz?'' demekte sakınca yoktur. Zira herkes bilir, oynayan çocuk gavur, ağlayan çocuk Türk'tür. Türk çocuğu ağlamakta haklıdır. Dedim ya tehlikelerle dolu bir dünyaya doğar. İkinci Dünya Savaşı sırasında doğan çocuklar, daha az tehdit altında doğmuştur. Banyo yapan Türk bebeciği bir kaşık banyo suyunda ha boğuldu, ha boğulacaktır. Yattığı yerde kafasına sert bir cisim her an düşebilir. Emeklemeye başlasa, ''aman aman düşer kafasını çarpar''. Bir yere uzansa, ''maazallah elini sıkıştırır''. Parkta Allah korusun çingeneler çalar. Çarşıda pazarda kaybolur. Başına iyi bir şey gelme ihtimali hali hazırda az olan Türk çocuğunun, kırk yılda bir yaşadığı olumlu herhangi bir şey de bir sır gibi saklanır. Zira Türk'e en hafifinden nazar değer.
Türk bebeği ağlamasın da kim ağlasın?
Çocuğu yeterince sarıp sarmalayamayan dişiler, bu kez doyurmak ister. Zira Türk'ün çocuğu iştahsızdır. Türk anasını tatmin edecek kadar yiyebilen çocuk, daha dünyaya gelmemiştir. Hayatının bir evresinde iştah şurubu dayanmamış Türk yok gibidir. Öyle ki, bugün geri kalmışlığımızın başlıca nedeni, iştah açan Prakten adlı şurubun, aynı zamanda sersemlik de vermesidir. Çocuk yaşlarda koca bir neslin zeka ve algısını mundar eden, dünyayı sis perdesi arkasından algılatan Prakten, bön bir nesli bu ülkeye armağan etmiştir. Hasıl-ı kelam, eğer bu ülke sınırları içinde çocuk yapacaksanız, ''bu çocuk aç'', '' sütün yetmiyor'', ''sütün yağı az'' ifadelerine maruz kalmadan yapamazsınız. Sinsi bir biberon, memeyle bebe arasına girmek için kol gezer.
Çocuğunuzu kucağınıza aldığınızda bu kolektif halet-i ruhiye etrafınızı sarar. Direniş çelik gibi bir karı koca dayanışması gerektirir. İlk günler yeni doğan evinde zor geçer. Ana babası, bir türlü uyumayan uyuduğunda da türlü çeşitli sesler çıkartıp tepinen bu veledin ihtiyaçlarını anlamak için çırpınır. Türk analığı da etrafta sinsice kol gezmektedir.
Lado doğduktan takriben bir hafta sonra acemi baba iş için Beyrut'un yolunu tutar. İlk kez gittiği bu kenti gezip görmek yerine, işten geri kalan saatlerini otelin ıngaaaasız ve cork corksuz odasında horul horul uyuyarak geçirecektir. İki gün sonra evlat hasretiyle geri döner. Dokuz günlük çocuğun hayatında iki gün baya uzun bir süredir. Hele ki o iki günde pek de uyunmadıysa! Odadan içeri girer. Anne hızlı hızlı bebenin üstünü giydirmektedir. Patikli tulumun içine çorap, üstüne kalın uyku tulumu, kafaya şapka geçirir.
Baba önce, iki gün evvel hafif bir örtüyle yatan bebeğe, sonra da acemi anaya bakar ve şöyle der: ''Esra sen dark side'a geçmişssin''.

Yorumlar